JAMA Network Open’da 2 Nisan’da yayınlanan yeni bir çalışma, yüksek glikoz ve trigliserit seviyeleri ile depresyon, anksiyete ve stresle ilişkili bozuklukların gelişme riskinin artması arasında önemli bir ilişki olduğunu ortaya koydu. Charilaos Chourpiliadis, M.D. ve Stockholm’deki Karolinska Institutet’ten ekibi tarafından yürütülen bu çığır açan araştırma, metabolik sağlık ve psikiyatrik refah arasındaki karmaşık bağlantıyı vurgulamaktadır.

Apolipoproteinle İlişkili Ölüm Riski kohortundan 211.000’den fazla katılımcının yer aldığı nüfus temelli kohort çalışması, çeşitli metabolik biyobelirteçler ile gelecekteki psikiyatrik bozukluk riski arasındaki ilişkiyi araştırmayı amaçlamıştır. Katılımcılara veri toplama sürecinin bir parçası olarak kapsamlı mesleki sağlık taramaları yapılmıştır.

Takip süresi olan 21 yıl boyunca 16.256 kişiye depresyon, anksiyete ya da stresle ilişkili bozukluklar teşhisi konmuştur. Bulgular, yüksek glikoz (tehlike oranı 1.30) ve trigliserit (tehlike oranı 1.15) seviyelerine sahip bireyler arasında bu psikiyatrik durumlar için riskte kayda değer bir artış olduğunu vurgulamıştır. Buna karşılık, yüksek yoğunluklu lipoprotein (HDL) seviyesinin daha yüksek olması riskin azalmasıyla ilişkilendirilmiştir (tehlike oranı 0,88).

Çalışmanın sonuçları hem erkek hem de kadın katılımcılar arasında tutarlıydı ve incelenen tüm bozuklukları kapsıyordu. Ayrıca, depresyon, anksiyete veya stresle ilişkili bozuklukları olan hastalar, tanı konulmadan önceki yirmi yıl içinde yüksek glikoz, trigliserit ve toplam kolesterol seviyeleri sergilemiştir. Teşhislerinden önceki on yılda, bu tür psikiyatrik rahatsızlıkları olmayanlara kıyasla daha yüksek apolipoprotein A-I ve B seviyeleri de görülmüştür.

Bu bulgular, kardiyometabolik sağlığın psikiyatrik bozukluk geliştirme riski üzerindeki derin etkisinin altını çizmektedir. Metabolik düzensizlikleri olan bireylerin, psikiyatrik durumları erken aşamada önlemek ve teşhis etmek için daha yakından izlenmesinin faydalı olabileceğini düşündürmektedir.

Araştırma ekibinin görüşleri, metabolik sağlık ile ruh sağlığı bozuklukları arasındaki ilişkiyi destekleyen kritik bir kanıt sunmaktadır. Metabolik sağlığın izlenmesi ve yönetilmesinin psikiyatrik durumların önlenmesi ve tedavisinin ayrılmaz bir parçası olarak kabul edildiği sağlık hizmetlerine bütüncül bir yaklaşımı savunmaktadırlar.

Bu çalışma sadece psikiyatrik bozuklukların gelişiminin altında yatan potansiyel mekanizmalara ışık tutmakla kalmıyor, aynı zamanda hem metabolik hem de zihinsel sağlığı ele alan yeni önleyici stratejiler ve tedaviler için yollar açıyor.

Çalışmanın iki yazarı ilaç endüstrisiyle olan bağlarını açıklasa da, araştırmanın halk sağlığı ve klinik uygulamalar üzerindeki etkileri önemini korumakta ve sağlığa hem bedeni hem de zihni kapsayan birleşik bir yaklaşımı savunmaktadır.