Bilimsel araştırmalar şekerin yaşlanmayı hızlandırabileceğini göstermektedir. Şekerin vücutta çeşitli olumsuz etkileri bulunmaktadır ve aşırı şeker tüketimi zamanla yaşlanmayı hızlandırabilir. Bu yazıda bunun bilimsel mekanizmasını anlatacağım.

Kanımızdaki fazla şeker 2 farklı yola girebilir.

1-Yağ depolama:

Vücut, glikozu enerji için kullanmak üzere hücrelere taşır veya karaciğer ve kaslarda glikojen adı verilen bir şekilde depolar. Ancak, glikoz alımı fazla olduğunda, vücut gereksinim duyulan enerjiyi aştığında veya vücudun glikojen depoları dolu olduğunda, glikoz yağ olarak depolanabilir.

Glikoz, karaciğerde glukoneogenez adı verilen bir süreçle yağ asitlerine dönüştürülür. Bu yağ asitleri daha sonra trigliserit adı verilen bir formda depolanabilir. Trigliseritler, yağ hücreleri adı verilen hücrelerde depolanır.

2-Glikasyon

Şimdi bunu biraz açıklayalım.

Glikasyon, kimyasal bir reaksiyon olan glikozun başka bir molekülle kimyasal olarak bağlanmasıdır. Glikasyon, glikoz moleküllerinin protein veya lipid molekülleriyle reaksiyona girmesi sonucu glikozun moleküllerin yapısına dahil olmasıyla gerçekleşir. Bu işlem, genellikle glikoproteinlerin, glikolipidlerin veya proteoglikanların oluşumunu sağlar.

Bazen esmerleşme de denilen glikasyon aslında her gün mutfağımızda da yaptığımız karemelize soğanda da rastladığımız kimyasal bir olaydır.

Glikasyonun bir başka örneğini de diabet hastaları üzerinden açıklayalım:

HbA1c (Glikozile Hemoglobin), kan glukoz düzeylerinin ortalama bir ölçüsünü sağlayan bir laboratuvar testidir. HbA1c, hemoglobin adı verilen kan proteinine glikoz moleküllerinin bağlanması sonucu oluşur.

Hemoglobin, kırmızı kan hücrelerinde bulunan bir proteinidir ve oksijenin taşınmasında önemli bir rol oynar. HbA1c, hemoglobinin A1c alt grubuna ait bir formudur ve normalde kan dolaşımında bulunur.

Kanda bulunan glikoz molekülleri, normalde hemoglobin moleküllerine bağlanmazlar. Ancak, kan glukoz düzeyleri yüksek olduğunda, glikoz molekülleri hemoglobin moleküllerine bağlanabilir. Bu süreç, glukozun hemoglobin molekülüne bağlanması için kimyasal bir reaksiyon olan glikasyon olarak adlandırılır. Glikasyon, glukoz moleküllerinin hemoglobin moleküllerine bağlanması sonucu HbA1c’nin oluşmasına yol açar.

Normalde kırmızı kan hücrelerimizdeki hemoglobin oksijeni alır dokulara kadar taşır, orada bırakır. Ancak şeker gidip hemoglobine yapışmış ise, hemoglobinin oksijenle ilişkisini de bozar. Normalde hemoglobin oksijenden kolay vazgeçip onu dokulara bırakırken, şekerlenmiş hali oksijene de yapışır ve oksijeni dokulara bırakmak istemez. Böylece dokularımız oksijensiz kalır. Diyabet hastalarının kan dolaşım bozuklukları, göz bozulukları, iyileşmeyen yaraları bu doku oksijeninin azalması yüzündendir.

Böylece ne görmüş olduk; glikasyon reaksiyonunun hemoglobin proteinine bağlanarak vücudumuza zarar verdiğinin bir örneğini!

Glikasyon, diabette görüldüğü gibi vücuttaki protein ve lipid moleküllerinin yapı ve fonksiyonunu değiştirerek, dokuların normal işlevlerini bozabilir ve çeşitli sağlık sorunlarına yol açabilir.

Şeker moleküllerinin hücresel yapılara bağlanması olan glikasyon, iltihaplanmayı tetikler ve kimyasal olarak stresli küçük molekülleri serbest bırakır ve bu da mitokondriye zarar verir. Mitokondriler bu kimyasal saldırı altında etkinliklerini kaybederler ve sonunda yok olurlar.

En yaygın glikasyon reaksiyonu, glikoz moleküllerinin protein moleküllerine bağlanması ile gerçekleşen ileri glikasyon son ürünleri (AGE’ler) olarak adlandırılan bileşiklerin oluşumunu içerir. Aslen zararlı olan durum da aslında AGE’lerin oluşmasıdır. AGE’ler, şekerin kan dolaşımında yüksek olduğu durumlarda, özellikle diyabet gibi durumlarda artabilir.

AGE’ler olarak adlandırılan glikasyon ürünleri, protein ve lipid molekülleri arasında kalıcı bağlar oluşturabilir ve oksidatif stres, enflamasyon ve doku hasarı gibi biyolojik süreçlere katkıda bulunabilir. AGE’lerin birikimi, hem yaşlanma süreçleri ile ilişkilendirilmiş ve hem de diyabet, kardiyovasküler hastalıklar, nörodejeneratif hastalıklar ve diğer kronik hastalıklar gibi bir dizi hastalıkla ilişkilendirilmiştir.

AGE’ler serbest radikallerin sentezinde bir artışa yol açar.

Serbest radikaller, hücrelerin normal metabolik aktiviteleri sırasında oluşan ve bir veya daha fazla elektron eksikliği olan moleküllerdir. Bu elektron eksikliği, serbest radikalleri son derece reaktif ve kararsız hale getirir. Serbest radikallerin hücrelerde doğal olarak oluşması normaldir, ancak aşırı miktarda üretilmeleri veya dış kaynaklardan alınmaları durumunda hücreler için zararlı olabilirler.

Serbest radikaller, hücrelerin DNA, protein ve lipitler gibi temel moleküllerine zarar vererek oksidatif stresin oluşmasına neden olabilirler. Oksidatif stres, hücrelerin normal işlevini bozan, hatta hücre ölümüne bile neden olabilen bir süreçtir. Oksidatif stres, kanser, kalp hastalığı, diyabet, Alzheimer hastalığı ve diğer birçok sağlık sorununun nedeni olabileceği düşünülmektedir.

Vücut, serbest radikalleri nötralize etmek için antioksidanlar olarak bilinen molekülleri kullanır. Antioksidanlar, serbest radikallerin etkilerini azaltarak oksidatif stresi önleyebilirler. Vücudun antioksidan savunma mekanizmaları, bazı vitaminler (A, C ve E gibi) ve diğer besin maddeleri gibi birçok kaynaktan alınan besinler aracılığıyla desteklenebilir.

Şeker, glikasyon ve yaşlanan cilt: Bağlantı nedir?

Kollajen, vücuttaki ana yapısal proteindir ve cilt, kemikler, kıkırdak, tendonlar ve diğer bağ dokularının yapısını oluşturur. Glikoz ise bir çeşit şeker molekülüdür ve vücuttaki ana enerji kaynaklarından biridir.

Kollajenin sentezi için glikoz, önemli bir moleküldür. Kollajen sentezi, hücrelerin glikozu kullanarak kollajen protein zincirlerini oluşturmasıyla gerçekleşir. Bu süreç, hücre içindeki protein sentez mekanizmalarını gerektirir ve kollajenin doğru yapısının oluşması için gerekli olan amino asitlerin düzenlenmesini içerir.

Glikasyon, şeker moleküllerinin kollajen moleküllerine bağlanması ve onların normal yapı ve fonksiyonlarını bozmasıyla sonuçlanabilir. Bu durum, kollajenin esnekliğini ve dayanıklılığını azaltabilir ve yaşlanma sürecini hızlandırabilir.

Glikasyon, kollajen moleküllerinin çapraz bağlanmasına yol açarak, ciltte kırışıklıkların ve sertleşmenin artmasına neden olabilir. Bu nedenle, aşırı şeker tüketimi ve yüksek kan şekeri seviyeleri, glikasyon sürecini artırarak kollajenin normal yapı ve fonksiyonlarını bozabilir ve cilt yaşlanmasını hızlandırır.

Şekerle cildinizi yaşlanması ne kadar sürer?

Biraz önce anlattıklarım, bu gece tatlı yemenin yarın fazladan kırışıklığa neden olacağı anlamına mı geliyor? HAYIR; glikasyon bir gecede gerçekleşmez. AGE birikiminin (ve cilt yaşlanmasını etkileyen diğer faktörlerin) etkileri otuzlu yaşlarınızda ve üzerinde fark edilir hale gelir; kollajen dolgun ve esnek özelliklerini kaybetmeye başlar ve oksidatif strese ve iltihaplanmaya karşı daha duyarlı hale gelir ve belki de daha fazla kırışıklık, daha derin gülme çizgileri ve daha az ışıltılı bir görünüm fark edersiniz. Yeme düzeniniz ve kan şekeri düzeylerini (glikasyonu, iltihaplanmayı ve oksidatif stresi tetikleyebilen) ne kadar iyi yönettiğiniz yaşlanmayı daha da hızlandırabilir.

Glikasyon nasıl önlenir?

Glikasyonu tamamen önlemek zor olsa da, aşağıdaki yöntemlerle glikasyonu azaltmak veya geciktirmek mümkündür:

  1. Dengeli bir diyete sadık kalmak: Yüksek şeker içeren yiyecekler ve işlenmiş karbonhidratlar, glikasyonu artırabilir. Şekerli içecekler, şekerli atıştırmalıklar ve yüksek glisemik indeksli yiyecekleri sınırlayarak ve tam tahıllar, sebzeler, meyveler ve protein kaynakları gibi besleyici yiyeceklerle zenginleştirilmiş bir dengeli diyet uygulayarak glikasyonu azaltabilirsiniz.
  2. Pişirme yöntemleri: Yüksek sıcaklıklarda uzun süreli pişirme yöntemleri, glikasyonu artırabilir. Bunun yerine, daha düşük sıcaklıkta kısaca pişirme veya buğulama gibi daha nazik pişirme yöntemlerini tercih ederek glikasyonu azaltabilirsiniz. Son araştırmalar, bazı yiyecek hazırlama yöntemlerinin (yani ızgara ve kızartma), kaynatma ve buharda pişirme gibi su bazlı pişirme yöntemlerinden çok daha yüksek seviyelerde AGE ürettiğini ortaya koymuştur.
  3. Yemekten sonra hareket et: Hücreleriniz enerji üretmek için glikoz kullanır. Kollarınız, bacaklarınız ve hareket ettirdiğiniz iskelet kaslarınız, tükettiğiniz glikozun yüzde 80’ini alır.  Bu nedenle, yemek yedikten sonra kaslarınızı kullanarak vücudunuzun glikasyon aracılı etkilerle savaşmasına yardımcı olabilirsiniz 
  4. Antioksidan açısından zengin yiyecekleri tüketmek: Antioksidanlar, hücre hasarını azaltarak glikasyonun etkilerini azaltabilir. Meyve, sebze, baharatlar ve çay gibi antioksidan açısından zengin yiyecekleri tüketmek, glikasyonu azaltmaya yardımcı olabilir.
  5. Kan şekerini kontrol altında tutmak: Yüksek kan şeker seviyeleri, glikasyonu artırabilir. Kan şekerini dengede tutmak için düşük glisemik indeksli yiyecekleri tercih etmek, düzenli egzersiz yapmak, stresi yönetmek ve gerektiğinde doktor tarafından reçete edilen ilaçları kullanmak önemlidir.
  6. Sigara ve alkol tüketimini sınırlamak: Sigara içmek ve aşırı alkol tüketimi, glikasyonu artırabilir. Sigara ve alkol tüketimini sınırlamak veya bırakmak, glikasyonun etkilerini azaltmaya yardımcı olabilir.
  7. Uygun tıbbi bakımı sağlamak: Kendi sağlık durumunuz hakkında düzenli olarak doktorunuzla iletişim kurmak, kan şekerini, kolesterolü ve diğer risk faktörlerini izlemek, gerektiğinde tıbbi testlere katılmak ve doktorunuzun tavsiyelerine uymak önemlidir.
  8.  C vitamininin sadece oksidasyon üzerinde değil, aynı zamanda glikasyon işlemi üzerinde de güçlü bir inhibitör etkisi vardır. C vitamini tüketmek bu nedenle glikasyonu azaltır.

Şunu da ekleyelim;

Düzenli ve sağlıklı bir beslenme programı içinde doğal şeker kaynaklarından (meyve gibi) alınan şekerlerin sağlığa faydalı olduğu ve yaşlanmayı yavaşlatabileceği bilinmektedir.


Makaleyi daha iyi anlamak için tanımlar:

Serbest radikaller; hücrelerin normal metabolik aktiviteleri sırasında oluşan ve bir veya daha fazla elektron eksikliği olan moleküllerdir. Bu elektron eksikliği, serbest radikalleri son derece reaktif ve kararsız hale getirir. Serbest radikallerin hücrelerde doğal olarak oluşması normaldir, ancak aşırı miktarda üretilmeleri veya dış kaynaklardan alınmaları durumunda hücreler için zararlı olabilirler. Serbest radikaller, hücrelerin DNA, protein ve lipitler gibi temel moleküllerine zarar vererek oksidatif stresin oluşmasına neden olabilirler.

Oksidatif stres; vücut hücrelerinde serbest radikallerin (reaktif oksijen türleri gibi) normalden daha yüksek düzeylerde bulunması durumunda ortaya çıkan bir durumdur. Serbest radikallerin aşırı üretimi veya etkili bir antioksidan savunma sistemi olmaması durumunda, hücrelerde oksidatif stres oluşabilir.

Antioksidanlar; serbest radikalleri stabilize ederek ve nötralize ederek hücrelerin oksidatif stresle ilişkili hasara karşı korunmasına yardımcı olabilir. Antioksidanlar, renkli sebzeler, meyveler, tam tahıllar, sağlıklı yağlar, balık, çeşitli baharatlar ve bitkisel çaylar gibi birçok besin kaynağında bulunabilir.

Kaynaklar:

https://www.thieme-connect.com/products/ejournals/pdf/10.1055/a-1527-7611.pdf

https://www.sciencedirect.com/science/article/abs/pii/S0955286396001283